Örgütlü Güç Olmadan Değişim Olur mu?

Dünya 1990 yıllardan bu tarafa tuhaf bir şekilde savrularak yoluna devam etmektedir. Sovyetler Birliğinin yıkılmasından bu yana o bilindik “kominizim” propagandasına dayalı toplumsal korkulardan beslenen toplumsal algı yönetimi, artık gerçeklikle karşılaştığında bir anlam ifade etmemektedir.

 Dünya değişmiştir. Aynı zamanda onun içerisinde bir kümenin elamanları olan ülkelerde de bu değişimden çeşitli şekillerde değişime tabi olmuşlardır. Bazı ülkeler bu değişime uygun toplumsal yapıları geliştirememiş bazıları ise yenidünyanın gelişmesine daha fazla uyum sağlamışlardır.

 

Ancak her ne olursa olsun yaşamaya devam ettiğimiz virüs nedeniyle içerisinde bulunulan kapsayıcı ekonomik ve toplumsal sistem olan kapitalizm, her ülkenin kendi eksikliğini ve hazır taraflarını ortaya çıkarmıştır.

Dünyada adaletsiz gelir dağılımı nedeniyle zaten yaşanılan yoksulluk, virüs nedeniyle daha da artarak çoğalmakta. Dünyada izlenen siyasi popülizm ve küreselleşme ile yoksulluk artarken birde pandemi eklendi. 2019 yılı Aralık Raporuna göre Birleşmiş Milletler Kalkınama fonunun yaşadığımız çağda yaşam koşullarında büyük ilerlemeler sağlamasına rağmen aşırı gelir yoksulluğu içerisinde yaşayan 600 milyon insan bulunuyor. Çok boyutlu endekse göre hesaplandığında ise 1,3 milyara çıkıyor, bu yoksulluk rakamları.

Ülkemizde ise bir türlü ekonomik, siyasal ve sosyal olaylara çözüm üretilemiyor. Yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik ve çaresizlik yaygın bir gerçeklik ve ruh hali olarak sürekli büyümekte. Hangi merkezden bakılırsa bakılsın gelişen ve değişen toplumsal sorunlar çağın akılcılığı kullanılarak tanımlanamıyor ve çözüm üretilemiyor.

AKP hükümeti bir toplumda insanların yaklaşık ömürleri dikkatte alındığında hiç azımsanamayacak bir süredir tek başına ülkeyi yönetmektedir. Yani yerleşik bir deyimle “tek başına iktidar” bütün gelişmelerden ve sonuçlarından sorumlu olarak 18 yıldır iktidar.

Toplum ise birçok açıdan bölünme halinde yaşamaktadır. Ülke sadece gelir adaletsizliği şeklinde adil olmayan bir bölünme ve farklılaşma yaşamıyor, aynı zamanda yönetim şekli ve politikaları üzerinden de bir bölünme yaşıyor. Yeni inşa edilen Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak sunulan sistemin yaşayabilmesi ve sürdürülebilir olabilmesi için oy kullananların yarısından bir fazlanın oyuna ihtiyaç duymaktadır.

Böyle olunca ülkenin yönetimi parlamenter bir sistem mi yoksa cumhurbaşkanlığı sistemi mi olsun diyenler arasında da ikiye bölünmüş bulunmaktadır. Bir tarafta Cumhur ittifakı diğer tarafta Millet ittifakı.

Millet ittifakı içerisinde değiştirme iddiasında ve motor güç olan CHP’nin izlediği politik tutum ve örgüt yapısı topluma güven verebilmekte midir? Esas sorun biraz burada düğümlenmektedir. CHP örgütü merkez örgütlenmesi dışında her hangi bir faaliyet yürütmemektedir. Genel merkez ise dar kadro içerisinde günlük yaşanan olayların çetelesini tutup bunu raporlaştırmaktan ve genel başkanın çözüm diye açıkladığı birkaç öneriden öteye geçemiyor. Yerel örgütler halkın esas sorunları üzerinden bir örgütlenme sürdürememektedirler.

Belediyeler ise hükümetin çözmesi gereken esas sorunlar açlık, yoksulluk, sağlık, eğitim ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi sorunlarına yerel çare olmak için çırpınmadan öteye geçememektedirler. Parti örgütleri ile toplumsal belediyecilik arasında bir siyasal bağ da kurulmak istenmemektedir.

CHP örgütleri ile kadroları ve üyeleri arasında inanılmaz bir kopukluk söz konusu. Parti üyeleri bu örgütlere bir türlü güvenmiyor. Çalışmadıklarını, yeterli yerel sorun belirleme ve çözme kapasitelerinin olmadığını düşünüyor. İktidar olma heveslerinin bulunmadığını ve merkeze bağlı bürokratik oluşumların ötesine geçemediklerini görüyor. Genel merkezin haftalık grup konuşmaları ve parti sözcüsünün konuşmaları dışında yerel bir söylem geliştiremediklerini görüyor ve yaşıyor.

Millet ittifakında motor güç olan CHP’nin kendi üyeleri ve oy veren tabanı ile doğru bir iletişim geliştiremez ise sonu bildiğimiz hikâyelere dönecek gibi görünüyor. Her şey hayal olmaya aday. Parti tabanı ve üyeler parti yönetiminden kendilerini de kapsayan bir örgütsel bağın geliştirilmesini ve çalışmaların verimli, istikrarlı ve sonuç alıcı olmasını beklemektedirler. Partiye aidat duymak istemektedirler. Bu kadar dağınık ve kadrolarının enerjisinden yararlanmayan bir partinin geleceğinin çokta parlak olmayacağını (millet ittifakı kazanmış olsa bile) söylemek falcılık olmasa gerek.

Kendiliğinden değişimi beklemek bir hayaldir. Örgütlü güç olmadan değişim olmayacağı olsa bile halkı ve parti üyelerini tatmin etmeyeceği açıktır. Değişimi yaratmak ancak su damlası gibi sürekli ve istikrarlı olmakla mümkündür. Tek noktaya, tüm gücüyle sürekli ve istikrarlı bir şekilde damlamakla…