HER NE ARA İSE KENDİNDE ARA

Yargının İnşasında sivil toplum kuruluşlarının rolü masaya yatırıldı

Uğur Mumcu 26. Adalet ve Demokrasi haftası etkinlikleri kapsamında, Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri İbrahim Fikri Talman, Yargıçlar Sendikası Dış. Krl. Sekreteri Beyhan Güler’in konuşmacı olarak katıldığı “Yargının İnşasında Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK’ların) Rolü Paneli” gerçekleştirildi.

22:23:38 | 2022-01-29

“Sadece kent değil demokrasi ve adalet mücadelesi verdik

Uğur Mumcu 26. Adalet ve Demokrasi haftası etkinlikleri kapsamında, Mimarlar Odası Ankara Şube  Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri İbrahim Fikri Talman, Yargıçlar Sendikası Dış. Krl. Sekreteri Beyhan Güler’in konuşmacı olarak katıldığı  “Yargının İnşasında Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK’ların) Rolü Paneli” gerçekleştirildi.

Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapılan panelin moderatörlüğünü Yargıçlar Sendikası Önceki Başkanı Mustafa Karadağ üstlendi.

Panelin açılış konuşmasını yapan Yargıçlar Sendikası Başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan, “Uğur Mumcu’nun 26. Yıl önce katledilmesinden sonra Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Adalet ve Demokrasi haftası başlığında bir dizi etkinlik ve panel düzenliyor. Başta Uğur Mumcu olmak üzere tüm demokrasi şehitlerini saygıyla anıyoruz. Panel konumuz Yargının İnşasında Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK’ların) Rolü bunu nedeni yargının vahim durumu. Artık yargı, adalet kavramları herkeste çok kötü etkiler bırakmaya başladı. Bizde bir anlamda sorumluluk alarak gerçek anlamda hayalini kurduğumuz yargının nasıl bir yargı olması gerektiğini düşünüyoruz ve bunu nasıl hayata geçirebiliriz bu anlamda STK’lar olarak neler yapabiliriz? STK’ların birbirleriyle iletişimi nasıl olabilir? Ne olmalıdır? sorularını tartışacağız” diye konuştu.

Yargıçlar Sendikası önceki Başkanı Mustafa Karadağ, yargı tasfiye edildi. Birçok arkadaşımız merkez yerlere dağıtıldı. Bu örgütleri yargıyı yönlendirmesinden ve eleştirmesinden geçiyor.

 

Tüm süreç mekanın değiştirilmesiyle başlıyor

Konuşmasına Uğur Mumcu’yu saygıyla anarak ve Yargıçlar Sendikası’na teşekkür ederek başlayan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Mekanın dönüşümü politik bir sürece tekabül ediyor. İktidarlar ideolojik bakış açılarının ilk izlerini  yapılı çevrede gösteriyorlar.Bu izler aynı zamanda geleceği okumamıza olanak tanıyor. Tarihsel olarak ta hep böyle olmuştur zaten. Toplumsal olarak ilk tepkilerin mimarlık ortamından gelmesinin asıl nedeni bu gerçekliktir.  Mekanın dönüşümünü yaşamın ve içeriğin dönüşümü takip ediyor. Burada yargı sürecine gelirsek eğer yargının dönüşümünü mekan üzerinden okuyarak başlamak isterim. AKP hükümeti 2002 yılında iktidara geldikten hemen sonra, 2003 yılından itibaren hukuk mekânları olan adalet saraylarının mimari projelerinde cephelerinde kendi deyimleriyle Selçuklu Osmanlı mimarisini uygulamaya başladı. Bir anda ülkenin değişik yerlerinde yapılan adalet sarayları bize gelecekteki adaletin siyasallaşacağının ve hukukun üstünlüğünün yerle yeksan edileceğinin ilk izlerini 2003 yılında Adalet Bakanlığı tarafından yapılan Adalet Sarayı projelerinde göstermiş oldu. Mimarlık ortamı o gün bu muhafazakar mekansallığa dikkat çekmişti. Geriye gidişin ve çağdaşlığın ve onun hukuk normlarının yok edileceği ilk adalet yapıları üzerinden topluma sunulmuştu. Bunu okulların değişen mimari cephelerinde de gördük, daha sonra 4+4+4 eğitim sistemini getirdiler.  En son Kaçak Saray’ı yaparak aslında Cumhuriyet rejimini taamüüden değiştirme niyetlerini mekânsal olarak gösterdiler. Cumhuriyet ideolojisinin mekânsal karşılığı olan  Atatürk Orman çiftliğinde Atatürk’ün şartlı bağışına hukuka aykırı şekilde ,  kaçak inşa edilen yapı ile kaçak bir rejimin tesisini de kaçak saray sürecinde okuduk.” dedi.

Candan, sözlerine şöyle devam etti:

“2012 yılında AOÇ’de başlayan 2014 yılında da bizim Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’na açtığımız davada yürütmeyi durdurma kararının verildiği güne kadar kendi içinde yürüyen hukuksal mücadelemiz bir sıçrama yaptı.  Atatürk Orman Çiftliğinde, Koruma Amaçlı İmar Planının yürütülmesinin durdurulması ile Kaçak Saray ve diğer işlemlerin durdurulması  hukuken kaçınılmaz oldu. Yürütmesinin durdurulması gerekliliğine dair mahkeme kararını aldığımızda ve mücadelenin belirli bir aşmasında başarılı olduğumuzu hissettiğimizde o dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan  çıktı, ‘Ben bu yargı kararına uymuyorum. Gücünüz yetiyorsa gelin yıkın. İnşaatı da bitireceğim, içine de girip oturacağım’ dedi. Aslında o gün malumun ilanı oldu. Hukuk devleti fiilen bitmiş, hukuk karşısında eşitlik bitmiş ve mekan üzerinden bu tüm kamuoyuna ilan edilmişti. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti ve herkesin hukuk karşısında eşit olduğunu düşünürken bir ülkenin başbakanı ve daha sonra cumhurbaşkanı olan kişi çıktı yargı kararlarını uygulamayacağını ve inşaata devam edeceğini söyledi. O gün üniversiteler sustu, barolar sustu, siyaset sustu. Mimarlar Odası Ankara Şubesinin AOÇ’deki hukuksal mücadele de bu kadar öne çıkmasının ve toplumsallaşmasının nedeni, o gün haksızlığa uğramış bir toplumun haklı sesi olmasından, vicdanın sesi olmasında kaynaklı oldu.  Neyse ki üzerimize yıkılan hukuk mücadelesinin ağırlığını taşıyacak bir mücadele geleneğimizin varlığı ve haklılığımız hukuk içinde mücadele edilmesi gerekliliği ile alnımız akıyla bir mücadele örneği verdik. Hata yapmadık mı? elbette yaptık. Az hata yaptık, ilk defa bu kadar kuşatılmışlığın ortasında hatasız bir süreç  elbette olmaz, iş yapan hata yapar. Ancak her defasında hatalarımızdan ders çıkartıp yeniden devam etme kararlılığımızı haklılığımızın gücüyle büyüttük. Haklıydık bundan daha büyük güç olamazdı. Hukuk mücadelesinde bizi cesaret veren şey de bu haklılığımızdı. Kent mücadelesi yürütürken uzmanlarla birlikte hareket ediyoruz. Kent İzleme Merkezi’mizde değişik disiplinlerden gelen uzmanlarımız ve hukukçularımız var onların varlığı bizim için cesaret ve yol gösterici oldu. AOÇ’de verilen yürütmeyi durdurma kararına rağmen başbakanın karara uymama açıklamasının değerlendirilmesinde, Güven Dinçer’in  sözleri yeni dönem hukuk mücadelesinin mihenk taşı oldu. “Artık davalardan bir şey beklemeyelim, davalar artık  halkın bilgilendirmesi için açılacak. Çünkü yargıda Peçeli Hukuk dönemi başlamıştır”. Bu noktadan sonra hukuksuzluğun farkında olarak, hukukla hukuk için mücadeleye dava açmaya ve hukuksuzluğu teşhir ederek, davalarla delil biriktirmeye devam ettik. Hukuksuzluğa rağmen hukuktan hiç vazgeçmedik, hukuku en çok çalıştıran kurum olduk. Demokrasiyi tasfiye eden, seçimlerle iktidarını sürdürmek için demokrasiyi bunun bir aracı haline getiren, var olan yapıları dağıtan örgütsüz bir yapı isteyen, halkın haber alma özgürlüğünü tek elde toplayan bir yaklaşımla bütün değerlerimize varlıklarımıza el koyuldu.  Var olan toplumsal sözleşmemiz yani Anayasamız ihlal ederek yeni bir hukuksuzluk süreci inşa edildi.  O yüzden bizim burada vereceğimiz mücadele sadece kent hakkı, ulaşım ve plan mücadelesi ve tescil davası değil aynı zamanda demokrasi ve özgürlük mücadelesinin bir parçası olmalıydı. Öylede oldu. Topyekun bir hukuksuzluk süreci ile karşı karşıyayız o zaman siz sadece kendi alanınıza dair çalışma yaparım demekle  olmuyor. Hükümet bir taraftan üniversitelere, sendikalara ve yargıya saldırdı. Yargıyı değiştirdi, referandumlar yaptı, dava süreçleri 15 Temmuz’dan sonra farklılaştı. Bir dolu insanı sürgün etti görevlerinden el çektirdi. Tüm bunlara baktığımızda bu alanda herkes mücadele etmeliydi. Biz anayasal bir kuruluşuz, kamu yararı için mücadele ediyoruz. Bu hukuksuzluğa karşı mücadele etmek boynumuzun borcu dedik ve dava süreçlerine girdik o güne kadar 50 davamız varsa şimdi 800 davamız var.”

 

Tüm kesimler mücadelemizi sahiplendi

“2014 yılından sonra kaçak saray ile ilgili, her işlem dava açtık. O gün gücünüz yetiyorsa gelin yıkın  söylemine karşı,  Siz eğer hukuksuz bir işlem içine girerseniz,  biz de sizi sonuna kadar takip edeceğiz, her adımınızı ve hukuksuzluğunuzu teşhir edeceğiz bizimde gücümüz bu  dedik. Tabi bu mücadele çok zorlu bir mücadele. Kararlı olmanız gerekiyor. Haklı olmanız gerekiyor ki çok haklıydık. AOÇ ile büyüdü bu süreç. Atatürk’ün şartlı bağışını ve vasiyeti ihlal eden, taamüden rejimi değiştirmeye yeltenmiş bir yaklaşıma karşı bize emanet edilen, birince derece  doğal  ve tarihi SİT alanı, Cumhuriyetin biricik mekanı , kentin nefes alanı için çok haklıydık. Üstelik haklılığımız da mahkeme kararıyla tescil edilmiş. Haklılığımızla yürüdük Kaçak Saray’ı mücadelemizle dünyaya teşhir ettik, bizde haklılığımızın gücünü böyle gösterdik. ” diyen Candan, şunları kaydetti:

 

“Bunu hukuk ve fikri takip yoluyla yaptık. Mahkeme kararı çıktı uygulamadı yargı kararlarını uygulamadıkları için dava açtık, kaçak saray için pıl bastırdı,  yargı kararı olan  bir yapıyı pula bastırarak meşrulaştırmazsanız diye pula dava açtık. Kaçak Sarayın açılışı için davetiye bastırdı. Davetiyesine dava açtık. Gerçi maden kazasından kaynaklı açılışını bile yapamadı. Dolayısıyla Kaçak Saray’ın her şeyine dava açtık ve yaratıcı süreçleri bunun bir parçası haline getirdik. Vakayı belirledik ve herkesi ilgilendiren adaletsiz bir durumun varlığını gözler önüne serdik. Tamda bu noktada toplumun değişik kesimlerini bu hukuksuzluk karşısında hukuk cephesinde buluşturduk.  Yürüttüğümüz mücadeleye herkes bir ucundan tutundu. ‘AOÇ için vur de vuralım öl de ölelim’ diye tutunanlar,  kent planlama, yeşil aks, nefes koridoru diye tutunanlar, Cumhuriyet değeri, Atatürk’ün şartlı bağışı ve vasiyeti ihlal üzerinden tutunanlar, kaçak saray maliyetleri ile  israf ve kibir üzerinden tutunanlarla buluştuk. AOÇ’de yürütülen hukuk mücadelesi o günden bugünlerin mücadele yönetimlerine dair kocaman bir mesaj verdi. Kim ve ne olursan ol, ne düşünürsen düşün, hukuk herkes için lazım gerçekliği AOÇ’de buluştu. Hükümette en çok bu zımni şekilde  bir araya gelişten korktu ve bu kez bize saldırmaya başladı. Kent  davalarımız , ifade özgürlüğü, özel hayatın korunması, erişimin engellenmesi, hakaret ve tazminat davaları ile  insan hakları boyutuyla gelişti. Kaçak Saray ve AOÇ mücadelesinde devam eden  115 davamız var, daha da devam edecek. AOÇ ile ilgili iki davamız  AİHM’de görülüyor. Kamuoyuna bir adaletsizlik ve hukuksuzluk sürecini teşhir ettik. Hızlı hareket ettik onlar ruhsat açıkladı mesela biz hayır hukuksunuz açıklaması yaptık. Uzman kişilerden bir saat içinde görüş alabilecek bir sistem kurduk. Burada avukatlarımızın hakkını verme gerekli. Başta Gökçe Bolat olmak üzere , Revşan Çobanoğlu hukuksal süreçlerimizi başarı ile götürdü. Bu süreçte onlar biraz mimar biz biraz hukukçu oldu.  ‘İki saatiniz var suç duyurusunda bulunuyoruz’ diyoruz. Hızlıca suç duyurusu yapılıyor. Böyle bir sistem kurduk. Hukuka uygun davranın dediğimiz ve hakkımızı aradığımız için hedef haline geldik. Cumhurbaşkanı hakkımda hakaret ve tazminat davası açtı. Bizzat hukuku katlederek, Cumhurbaşkanlığı genel sekreterinin yazılı talimatıyla açılan davadan beraat ettim ama konu Adil yargılanma hakkını engelledikleri için ayrıca Anayasa mahkemesinde görülüyor. Gökçek fotoğraflı afişimi bastırıp lanetliyoruz diye her yere astırdı. Yönetim kurulu üyelerimizin özel hayatları teşhir edildi işyerlerinde baskılarla karşılaştık. Benim işyerime, sadece benim yaptığım işleri soruşturmak üzere İçişleri Bakanlığı teftiş gönderdi. Köşe yazarları yandaş gazeteler bizi hedef aldı hepsine dava açtık, asılsız iftiralar attılar, dava açtık. Bütün bu süreçlerden dayanışarak çıktık.

 

Hukuksuzluğa direnen STK’lar çoğalmalı

Candan, “Hukuksuzluğa direnen meslek örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının çoğalması gerekli. Böylece bizim hedef olmamız engellenir. Biz de böyle çok görünür hale gelmeyiz.

Bu kadar çok davayı sevdiğimiz için açmadık.  Bu bir katılım yöntemi, bu tür durumlarda ya sizi çağırırlar fikrinizi söylersiniz. Bunların hiçbiri yapılmaz hale geldi belediye meclislerine katılamıyoruz. Koruma kurullarına gidiyoruz yasal olarak hakkımız var izlememiz gerekiyor. Bizi almıyorlar bu kez onun için dava açmak zorunda kalıyoruz.  Dava açarak sözümüzü söylemeye ve bilgi edinmeye çalışıyoruz. Biz kentsel dönüşümden tutun yönetmeliklere kamu ihalelerine kadar, hükümetin en üstünden enaltına kadar herkesle davalık olmuşuz. Buda adaletsizliğin her yere sirayet ettiğini ve sistematik hale geldiğini gösteriyor.  Öte yandan verilen hukuk mücadelesi  toplumda adaletsizliğe karşı farkındalık oluşturulmasına ve hukuksuzluğun teşhir edilmesine olanak sağladı. Bilgiyi de dava yoluyla aldık. ABD Büyükelçiliği’nin yapımına ilişkin protokolü istedik. Ticari sır dilerek bize vermediler. Dava yoluyla protokolü de elde ettik ve protokole de dava açtık, Hatta şu anda  Bilgi Edinme Kanunu’ndan Kaçak Saray’ın maliyetlerine dair bize bilgi vermedikleri için AİHM’e kadar giden bir sürecimiz var.  Hükümet savunma verecek. En üst noktaya kadar da takip ediyoruz. Yargıyı çalıştırmaya ve hukuku zorlamaya başladık. Sosyal medyada linç kampanyaları ve hakaretler başladı. İfade özgürlüğünden davalar açmaya başladık” diye konuştu.

 

Ankara’da 800, il dışında 68 davamız var, büyük dava için delil topluyoruz.

Candan, “Neredeyse bütün devlet kurumlarla davalıyız. Biz bunu anayasadan aldık dava açma hakkımız var , siz hukuka aykırı işler yaparsanız, Cumhuriyet bize  verdiği denetim görevini yerine getirmek sorumluluğumuz. Yani meslek odaları sivil toplum örgütleri hukuksal mücadeleyi hakkıyla yerine getirirlerse rejimin sigortaları olabiliyorlar bunu deneyimlemiş olduk . Yargıyı çalıştırmak için  yapılabilecek  her şeyi yapıyoruz. Yargı kararlarını yerine getirmeyenler, görevini kötüye kullananlar hakkında suç duyurularında bulunuyoruz.  Hukuksuzluğa bulaşanlar bizim elimizden kurtulamıyor. Fikri takiple peşini bırakmıyoruz, gideceği yere kadar götürüyoruz birde bunun bilgisini toplumla paylaşıyoruz. Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak sadece mücadele ettiğimiz alanlarla ilgili değil yeniden hukuka sahip olabilmek için mücadele etme kararlılığı ile davranıyoruz. Bize ‘Artık hukukun durumunu biliyorsunuz niye dava açıyorsunuz’ diyorlar. Gelecek güzel günlerde açılacak büyük dava için delil topluyoruz, diyoruz. Ankara’da 800, Ankara dışında 68 davamız var. Şu anda işlemde olan Anayasa Mahkemesi’nde 8, AİHM’de 26 başvurumuz var Her açtığımız dava bir delil ve bunların hepsi o büyük gün geldiğinde yargının inşası sürecinde kullanılacak. Biz mücadele etmeye devam edeceğiz. STK’ların ya da meslek örgütlerinin yargının yeniden inşasında sorumluluğu var mıdır derseniz ben ce fazlasıyla vardır. Herkes kararlı bir şekilde üzerlerine giderlerse, hukuksuzluk bu kadar tavan yapmışken hukukun dişlisini çalıştırmak için bile dava açmanın çok önemli olduğunu düşünüyoruz ve mücadeleye devam ediyoruz” diyerek tamamladı.

Siyasi iktidar, kamu gücünü kullanan kuruluşlarda sürekli bir baskı uyguluyor

Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri İbrahim Fikri Talman STK yerine demokratik kitle örgütü denilmesi gerektiğine işaret ederek şunları söyledi:

 “Uluslararası alanda bu anlamda iki farklı görüş var. Bir tanesi Habermas’ın ‘sivil toplum kuruluşlarının siyaset alanında devlet otoritesi karşısında bireylerin hak istemleri sağladı bir yapı olarak değerlendirilmesi. Diğeri ise Marksist düşünür Althusser’in sivil toplum kuruluşlarının kamusal alanda devletin ideolojik aygıtı olarak işlev gördüğü, egemen ideolojinin sosyal yaşama taşınarak sürekli yeniden üretilmesi sağladığı bu yolla egemen ideolojiyi bireylere aktardığı şeklindeki daha radikal bir görüş. Althusser’in görüşüne saygı duymakla beraber demokratik bir toplumda Habermas’ın önerdiği yaklaşımın daha yaygın bir uygulama alanı bulduğunu belirtmek lazım. Sivil toplum örgütleri farklı biçimlerde örgütlenme şekilleri oluşturuyorlar. Dernek, sendika, vakıf, meslek odaları hatta kimi siyaset bilimciler ve uzmanlar kabul etmeseler de siyasi partiler batılı ülkelerde sivil toplum kuruluşu olarak kabul edilebiliyorlar. Sivil toplum örgütleriyle yargı ilişkisine dair bir makale bulamadım. Bu konu ülkemiz bazında ihmal edilmiş durumda. 2015 yılında ülkemizde yapılan bir araştırmaya göre 107 bin 140  dernek, 5 bin 327 vakıf, 147 işçi sendikası ve 136 kamu işçisi sendikası olmak üzere toplam 112 bin  750 adet kitle örgütü bulunduğu anlaşılıyor. Bunlara meslek örgütleri dahil edilememiş.  Siyasi partiler hariç tutulmuş. Meslek örgütleri ve özellikle Mimarlar Odası bu rakama dahil edilmesi gerekir.”

 

Yargıçlar sendikası hakkında da bilgi veren Talman, “Siyasi iktidarların kamu gücünü kullanan kuruluşlarının dernek sendika örgütlenmelerine hiç sıcak bakmadığı ülkemizin kesin gerçeği YARSAV’ın ve sendikamızın kurucusu Ömer Faruk Eminaoğlu bir anayasa değişikliği sırasında meclise gitti. Mecliste maalesef bir milletvekilinin tekmesiyle karşılandı. Bu devletin yaklaşımını gösteren kötü bir örnek ama sürekli olarak üzerimizde baskı unsuru olarak görülüyor. Yargının bizzat iç işleyişi olan yasa değişiklikleri ve idari kararlarda, HSYK’ın ne yazık idari kararlarda sivil toplum örgütleri hiçbir şekilde müdahale olmuyor” dedi.

 

Toplum adaleti talep etmeli ve adaletsizlikler karşısında tepki vermeli

Yargıçlar Sendikası Dış. Krl. Sekreteri Beyhan Güler ise, “Yargıçlar Sendikası ve YARSAV ısrarla yıllarca ‘Tıpkı sağlık ve eğitim gibi toplum adaleti de talep etmelidir. Adaletsizlikler karşısında mutlaka tepki vermelidir’ dedi. Bunun da en güzel yolu toplumun taleplerini cümlelere dökerek aktarmak STK’ların önemli bir görevi. Adaletin talep edilmesinde STK’larla aramızda irtibatın gelişmesi önemli. Algısal anlamda hukukta adaletsizliği görüyoruz. Hangi zemindeki yargı ve yargıç? Üzerimizde olan zemini konuşmakta fayda var. Hukuk ekonomik ilişkilerin bilimin ve yaşam biçimlerinin yüzyıllar süren evrimi sonucu ulaştığı bugünkü şekliyle pek çok yapısal sorunu geride bıraktı. Hiç değilse bu sorunlara çözüm üretti. Önce sınırlarıyla birlikte hak ve özgürlükler ile hükümlülükleri belirleyen hukuk, ardından bireylerin birbirleriyle ya da yönetici egemen güç ile olabilecek uyuşmazlıkların çözümü, son olarak ta bu mekanizmanın ürettiği karar ve çözümlerin yerine getirilmesini sağlayan etkiyi yaratarak güvence altına aldı. Bu bileşkenin dengesi aslında biz öğrendik ki toplumsal barışın da dengesiymiş. Hukukun yüzyıllara varan bu serüveni sonrasında toplumsal birlikteliğin barışın ve uyuşmazlıkların hukuk mekanizması çözümlenmesine bağlı olduğunu gördük. Hukukun ceza verme yetisi eski geleneğin öç alma yetisini de alt etti. Fakat modern hukuk kendi davasının yargıcı olma iznini vermedi aksine sorunun ortasına yargıcı yerleştirerek, öç almanın değil hukukun görevde olmasını benimsedi. Başka hiçbir kavramla korunması gereken en önemli nitelik bağımsız üçüncü göz olabilmekte gizli. Böylece adaleti tesis etmek mümkün olabilir.

 

Yargı ve yargıç bu zemin üzerinden ancak hırslarından arındırılmış, gerçekten öç almaya değil, dünyalılaşmış, soyutlamayı başarmış bir sistem üzerinde kurulabilir. Toplumdan adalet beklentisi ile birlikte bu yargının inşasını istemeliyiz. Bu da ancak STK’larla birlikte toplumsal bir talep olarak yükselebilir




ETİKET :  

Tümü